9 Eylül 2016 Cuma

4

Şöyle bir baktı kaşlarını hafifçe kaldırıp. Bu bakışı iyi bilirdim. İçine bir hüzün çöktüğü vakitlerde ve sebebini sorsan söylemeyeceği, kaşları çatılırdı birden, gözleriyle bir şeyler ararcasına uzaklara çevirirdi sonra kafasını. Sormadım ben de o yüzden. Bilirdim çünkü bir yandan; duramazdı, kalamazdı daim olarak bu hisle. Benim artık bu "sus pus"luktan tam sıkılmaya başladığım ve ne olduğunu benimle paylaşmak isteyip istemeyeceğini talep etmek üzere cümle kuracağım anda da; sanki bunu hissetmiş gibi bir anda gülümseyerek yüzünü bana döner ve alakasız bir konudan bahis açıp sorular sorarak, beni şaşkına çevirirdi. Hemen cevap veremezdim. Suratında bir yerlerde kalmış, bir parça da olsa hüzün var mı diye kontrol ederdim önce. O da benim bu şaşkınlık ve şaşkınlığın yarattığı bekleme süremi fırsat bilircesine, üzerime gelirdi. O arada; bizim  "aitsizliğimiz"i hissedercesine, bir öncekinden farklı bir garson gelir, tepeleme dolmuş küllüğümüze tiksinircesine bir bakış attıktan sonra alıp değiştirmek üzere giderdi. Ben de değişmiş garsonun geliş ve gidiş süresini fırsat bilerek, şaşkınlığımı bir kenara bırakıp gülerdim cevap verircesine sorusuna. 
Böyleydik biz. 
Ayna tutulsa suratım(n)a, olacak buydu işte sadece.



Hiç yorum yok: