9 Eylül 2016 Cuma

4

Şöyle bir baktı kaşlarını hafifçe kaldırıp. Bu bakışı iyi bilirdim. İçine bir hüzün çöktüğü vakitlerde ve sebebini sorsan söylemeyeceği, kaşları çatılırdı birden, gözleriyle bir şeyler ararcasına uzaklara çevirirdi sonra kafasını. Sormadım ben de o yüzden. Bilirdim çünkü bir yandan; duramazdı, kalamazdı daim olarak bu hisle. Benim artık bu "sus pus"luktan tam sıkılmaya başladığım ve ne olduğunu benimle paylaşmak isteyip istemeyeceğini talep etmek üzere cümle kuracağım anda da; sanki bunu hissetmiş gibi bir anda gülümseyerek yüzünü bana döner ve alakasız bir konudan bahis açıp sorular sorarak, beni şaşkına çevirirdi. Hemen cevap veremezdim. Suratında bir yerlerde kalmış, bir parça da olsa hüzün var mı diye kontrol ederdim önce. O da benim bu şaşkınlık ve şaşkınlığın yarattığı bekleme süremi fırsat bilircesine, üzerime gelirdi. O arada; bizim  "aitsizliğimiz"i hissedercesine, bir öncekinden farklı bir garson gelir, tepeleme dolmuş küllüğümüze tiksinircesine bir bakış attıktan sonra alıp değiştirmek üzere giderdi. Ben de değişmiş garsonun geliş ve gidiş süresini fırsat bilerek, şaşkınlığımı bir kenara bırakıp gülerdim cevap verircesine sorusuna. 
Böyleydik biz. 
Ayna tutulsa suratım(n)a, olacak buydu işte sadece.



1 Eylül 2016 Perşembe

Geçilmeyenlerin Sonuncusu

Koku alamayan biriyim, yoğunluğunu hissetmedikçe. 7 yaşında geçirdiğim ameliyatın etkisi olabilir, ameliyattan çıktığımda söylenen rivayetlere göre "İstemiyorum, bırakın beni." sanrısının da. 
Hafif kokuları alamam. Rüzgarla esip de milletin burnuna dolan kokuları hissedemem mesela. Belli başlı kriterlerim var bunun gibi. Saçlarımı uzatamam mesela, yılda üç kez kestiririm. Kilom sabittir, 59-65 arasında gezinirim. (Nasıl bir sabitlikse artık.)
Çok iradeli bir insan değilimdir ben. Yaparım dedim ulan, diye yapamamışımdır çoğu şeyi. Gün sonu raporuyla aldığım kararlar, şafak sökene kadar. 
Sigarayı bırakamam mesela. O beni bırakabilir, ama ben bulurum onu yine, bir şekilde.
Alkol desen, günün anlam ve ruhi öneminin  bütünlüğüne, bir de maddiyata bakıyor. 
Bana zarar veren şeyleri tutmayı seviyorum belki. 
Duymamak, duyamamak, bilememek zarar veriyor bi ölçüde; ama duymayıp işitmediğim bir sürü şeyden de memnunum; çünkü memnuniyetim göreceğim zarardan daha fazla. O sebeple 3 maymunculuktur en kolayı. Uyumak var bir de, zamanın üstünden en iyi sıçrama yöntemi. Konu bu değil, neyse. 
Tütüne döndüm, sigarayı azaltırım dedim; ee yemiyorum da artık insan gibi içiyorum işte belki. Ama dediğim gibi bırakamam, o bıraksa bile.
Alkol.. Ona girmeyelim. O konu, dengesiz hallerden muzdariplik. İyi bir yüzücü kabiliyetiyle ters kulaçlar atarak yarsa da denizleri, bir damlada kurbağalamaya geçiyor, kendini suya bırakıp. Öylesi. 
Çok da severim; su üstünde ölü taklidi yapmayı, içtiğim sigaraların bana bahşettiği nefes tutma kabiliyetime dayanarak.
Severim. 
Özlerim. 
Vazgeçemem. 
Ne ise o. 
Kendini, altından kalkamayacağını hissettiği sınırlandırmalar içine sokmaya çalıştıkça insan, başar(a)mıyor aslında bir şeyleri, tam tersini yaptığını düşünse de. 
Vazgeçmekse mesele; ben altın madalyayı kaybettim. 

Sondan birinciyim!

Ruh:
-sal, gitsin; nasılsa yarın yoksun.