15 Şubat 2015 Pazar
yastıkaltı
HER "ŞEY" AYRI YAZILIR
İçimde bekleyen bir "şey" vardı hep.
O, bekledi durdu.
Ben, yürümeye devam ettim.
Tökezleyip düştüm bazen.
Sonra toparlanıp kalktım.
Yeniden düştüm.
Yeniden kalktım. Düşüp kalktım. Ama bir şekilde, hep kalktım.
Nereye gideceğimi düşünmedim.
Bazen, yorulup soluklandım bir yerlerde.
Ama duramadım.
Devam ettim yürümeye.
Bazen duraklayarak, bazen de acelem varmış gibi koşar adım.
Yürümeye devam ettim.
O ise sadece durdu ve oturup kaldı denizin kıyısındaki o durakta. Mevsimler değişti o sırada. Bazen ıslandı ahmakıslatan bir yağmurun altında, bazen yandı güneşin kavurucu sıcağında. İnatla durdu yine de, inat ettiği için de değil ya...
Ölmüş müydü acaba, ondan mı kıpırtısızdı böyle?
Bilmem.
Hiç gidip dürtmedim ki, "Nasılsın, ne yapıyorsun burada böyle?" diye sormadım ilişip de.
Bıraktım kalsın, madem kalmak istiyor orada.
Neyi beklediğini de sormadım.
"İlla bir şeyi beklemek gerekmez ya." dedim kendimce.
Uzun süre durursan eğer bir yerde; hayat akıp gider öylece, kediler köpekler geçer önünden, insanlar geçip ve çekip giderler, yapraklar sararıp savrulur, parçalanıp ezilir hatta kimliği belirsiz ayaklar altında kimi zaman.
Sense, sadece durduğun için çok net görürsün tüm bunları, önünden akıp giden onca şeye müdahale etmeden izlediğin içindir bu netlik. Başka bir zaman diliminde geçip, ezip, çekip gidenlerin arasında olman önemsizdir artık. O yüzdendir bu suskunluk... Çünkü, gürültüye mahal yoktur farkındalık diyarında. Senin obanı kurup, bayrağını diktiğin yerde kahkahaya, dedikoduya, gözyaşına, diyaloga ve hatta monologa bile yer yoktur. Durup izlemektir sadece yapacağın. Geri kalan her şeyi; her şeyi sahiplenme çabasını hayatının amacı edinmiş insanlar halledecektir elbet; daha önceleri senin de yaptığın gibi.
Kuşlar uçar önünden ama o gülümsemez hiç içine dolabilecek bir hürlükle, kıpırdamaz bile.
Ben yürürüm.
Kediler köpekler geçer de, uzanıp başlarını okşamaz hiç, içinden gelen bir şefkatle.
Ben yürürüm.
Ayak izleri kalır insanların sadece onun baktığı yerde; sonra yine mevsimler değişir, o yine ıslanır yahut yanar durur ama aldırmaz hiç. Rakamlar ilerler hep, yıllar yenilenip kutlanılır yaşlanmaktan haz duyulurcasına; kırmızı bir paket kağıdı üzerine çam ağaçlarının resmedildiği süslü ve tematik hediyelerle...
Onun durup kaldığı yer herhangi bir durak değildir, evidir.
Ait olduğunu hissettiği yer...
Taksiler geçer önünden korna çalarak, otobüsün içindeki o biyonik kadın sesi konuşmaya başlar ezberlediği durakların isimlerini dile getirerek, şoför sağ şeritte bekleyen bir yolcuyu almak için yanaşırken.
Ama o durur ve izler sadece,
her şey akıp gider önünden.
Bir "şey" hariç.
Hariçten gazele giden o yolda, bir gün ona rast gelebilirsiniz; eğer denk gelirseniz rahatsızlık vermeyin.
Onu yerinden kaldırmaya yeltenmeden, ilginizi çekse bile görmezden gelip; durağa yanaşacak herhangi bir otobüse binip gidin.
Gitmek gerekir ya, gidin işte aparlarınızı ve toparlarınızı da yanınıza alıp.
Yağmur altında ıslanmaya ya da güneşte kavrulmaya sebep olmamalı hiçbir şey...
İstikametsiz insanların; ne bindiği otobüsün güzergahı önemlidir, ne de birlikte seyahat ettiği insanlar.
Yol devam eder ve hep ilgi çekicidir o yeni yol arkadaşları nasıl olsa.
-- EY RUH; GELDİYSEN ÜÇ KERE VUR, YAĞMUR BAŞLADI --
( f o n : https://www.youtube.com/watch?v=8gJZtv9rLTc )
24.01.15
11 Şubat 2015 Çarşamba
PAZARTESİ SENDROMSUZLUĞU
Gerek yok, uyuşmak -ya da rahatlamak diyelim- için. Amaç buysa tabi.
(amaç?)
Yükleme başarıyla tamamlandı...
Tek mesele farklılıklara saygı gösterebilmek; diktenin uzaklaştırıcı ve yıkıcı etkisinin farkındalığını anlayıp.
sonfırtsonyudum
Kanıma en çok dokunan şeylerden biriydi bu cümle.
Belki de ilki.
Varlığından can bulduğum kadın, bana sütünü helal etmeyecekse, ilk besinim boğazımda düğüm olacaksa, bırakırım lan, dedim.
Zaten yeni başlamıştım içmeye...
Bilmiyordum ki o zamanlar sigarayı bırakmanın; ruhumu örseleyecek kelimelerle daha kolay olduğunu.
Bıraktım ama.
Bir hafta kadar.
Sonra yeniden başladım gerçi bir daha bırakmamacasına.
"Benim tek dostum içkim sigaram." dedim hatta şarkılara eşlik ederken.
Ya da ben hala, muhallebicilerde buluşan çiftlerin zaman dilimlerinde yaşıyorum. Sevdiğim bir şeyden vazgeçmem bu yüzden zor geliyor olabilir.
Tartı ağır basamıyorsa tabi; zaman kazanır, sevgi elbet fire verir.
Sigarasını yakar sonra zaman, zafer kazanmışçasına...
Zamanın iyi gelmesi de bu yüzdendir çoğu insana.
Sonra yeniden başladım gerçi dediğim gibi.
Zaten kıyaslanmaması gereken şeyler bunlar sonuçta.
ÇAPAK
Kamuda çalışmama rağmen klasik giyinmek zorundayım da ondan mı yazdım bunları, hayır. Ben kafama göre davranabiliyorum hala, bahtımın ve şansımın bana "Hadi yine iyisin." dediği bir kurumda çalışıyorum. (şükür)
Mesele bu...
RAKI IS THE ANSWER
5 Şubat 2015 Perşembe
KÖPÜKLÜ BİRA
Gece Yürüyüşleri 98596’yı tamamlayıp da eve dönmek üzereyken biraz önce, in cin ve topların buluştuğu sokağın köşesinde önümden geçen Sarıbaş kedinin ağzına aldığı et parçası susturdu içimdeki monologu:
2- Eti bulan kedi, etini çalacağımı düşünerek mi kaptığı gibi geceyarısı velinimetini, bir arabanın altına sığındı?
3- Evet, canım çekti belki o an, ama çalmam senin rızkını sarı kafa, hem ben az pişmiş severim.
Hayatta sevmediğim çok şey var belki, ama bazıları daha üst sırada. Kat kat giyinmek, köpüklü bira ve light sigara bunlardan birkaçı. Bir de küçük dağları ben yarattım demeyi seven cinsine sövdüğüm insanoğlu.
Evden çıkarken üzerime aldığım, soğuk havalara yenik farkındalık ceketimin ceplerini yokladım apartmanın önüne vardığımda, anahtarlığı çıkartmak için. Yere düşürdüm o an, tutamayıp. Korktum tam eğilip alacakken yerden, kedinin biri onu et sanıp da benden önce kapacak diye...
31 Ocak 2015 Cumartesi
BİR OLMAK KOLAY MI SANDIN?
“ Bir bir daha biz yapar. –Met Üst, OT Dergisi ”
Bir, asaldır.
Bir, asildir.
Bazen Kürk Mantolu Madonna’dır, bazense Raif Efendi.
Bir, yalnızdır.
Kalabalıkmış gibi görünse de çoğu zaman ardından gelenlerle;tekildir.
İki ile kendini yakıştırmaz, üç ile hiç anlaşamaz.
Başka bir’lere eklenerek değer katar belki onlara; ama içindeki diğer bir’leri toplayıp da biraraya getirmeyi beceremez.
Dönebileceği başka bir yer olmadığı için, kendi içine dönüktür. Çoğu insan bilmez bu gerçeği zaten, o yüzden boşverelim.
Kendini değiştirmek de ister bazen bu sebeple, amabaşaramaz. Doğuştan kusurudur bu durum ve değiştiremediği daha bir sürü şeyi fark ettikçe; kaderci yaşamayı seçer.
Hem değiştirebilse de, ne fark edecektir ki?
Sonunda, nasıl olsa eksilecektir.
Eklenerek değer kattıklarından çıkıp uzaklaştığında bir gün,kendini bırakıp da bir yere gidemeyeceğini bilmenin ironik rahatlığını yaşayacaktır; istese de istemese de.
Hayatın rutin döngüsü, onu da bencilleştirecektir sonunda...
***
Hangimiz bir olabildik şu hayatta?
Hangimiz gerçekten başarabildik bunu?
Çok denedik belki de. Bir olduğumuzu zannedip, her seferindealdandık.
Sayı olan “bir”in tekliğiyle, bir olup bütünleşebilmeyi birbirine karıştırdık.
Kolay mıydı birleşmek ama, öyle bi’ çırpıda?
***
Algımızda yarattığımız çeşitli yanılsamaları, gerçeğimiz kıldık.
Hafifleyen kalbimizin taktığı kanatlarla, mantığımızı sollayarak yol aldık; karşımıza çıkan uyarı levhalarına hiç aldırış etmeden. İçimizde yeşerip, sarmaşık misali ruhumuzusaran o hayalperest umutların peşinden gittik; içgüdülerimizin fısıltılarına kulak asmadan. Saf bir çocuk, elma şekerinin büyüleyici tadına nasıl aldanabiliyorsa; biz de rüzgarla yarışırcasına koşup durduk öylece umursamadan, ardımıza dönüp bakmayı akıl edemedik bir kez bile...
Bir gün, önümüze bir engel çıktı ve kaptırmış gidiyorken o yolda; takılıp düştük ona. Halbuki aşabiliriz sanmıştık;uzaktan baktığımız zaman o kadar da tehlikeli görünmemişti gözümüze, alt tarafı bir tümsekti işte... Daha önce görüp de aldırış etmediğimiz, o uyarı levhalarını da suçlayamazdıkartık...
Yere kapaklanırken; yürüdüğümüz o yolda, bu zamana kadar bize destek vermiş olan o eli göremediğimiz zaman anladık,görmezden geldiğimiz her uyarıyı.
Güneş açmamıştı gökyüzünde belki ama; olan biteni görmemizi zorlaştıran o sis bulutu kalkmıştı artık gözlerimizin önünden...
Aslında tek mesele; albenisine kapıldığımız için, elma şekerinisüsleyen o kırmızı rengin, özünde boyadan ibaret olduğunu unutmuş olmamızdı. Yiyip bitirdikçe, yok olan bir boya. Oysa ki; altında gizlenen sıradan bir Amasya elmasıydı...
Bilip de bu görmezden geldiklerimizin; unuttuklarımızın farkına varıyorduk yeniden yavaş yavaş.
Farkına vardığımız zaman da, geriye dönebileceğimiz bir yol kalmamıştı artık.
U dönüşünü çoktan kaçırmıştık çünkü, bu sefer hız limitini aşmıştık.
Bir olmak için, sadece benzer olmak yeterli olmuyordu demekki...
Öncelerde bizi uzaktan gördüğünde, sevinçle havada sallanan o elin sahibi; peronda bekleyen son trene alelacele atlayıp, kaybolmuştu ortalıktan. İneceği durakta, onu bekleyen başka birine sallayacaktı artık havaya kaldırdığı ellerinden birini.
Canımız acımıştı çok...
Sanmıştık ki hayallerimizden vazgeçmediğimiz müddetçe,dünya denilen bu bok çukuru; iyilik ve cesaretle, umutlarımızın peşinden koştukça biz, dönmeye devam edecekti.
Sanmıştık ki; bir insanı sevmekle başlayacaktı her şey...
Aldandık...
Ne kadar reddetsek de, inanmak istemesek de; iyiliğin bizi götürdüğü nihai yer, kendi mezarımız olmuştu. Hayallerimizin renkli kutusundan çıkardığımız, o tozpembe gözlüklerimizle bakıp da görebildiğimiz tek şey; yalnızlığa terk edilenhallerimizdi hikayenin sonunda...
Bir süre daha; gelmeyecek bir otobüsü, aynı yol üzerindeki durakta beklemeye devam ettik. Çok erken kazılmıştı mezarlarımız çünkü, bencillik ve kötülükle beslenentohumların canlandığı toprakların içine doğru.
Biz; bir olmak isterken, bir başımıza kalmıştık...
***
Gülünçtük aslında; her seferinde hayalkırıklığına uğradığımıztek şeyin, umutlarımız olduğunu fark ettikçe. Dürüstlüğün mükafatlandırılıcağına ve kötülüğün cezalandırılacağına dair beslediğimiz o bakir umuda sarıldığımız için sadece; hata etmiştik...
Öğrendik acı bir şekilde; bu saçmalığa inandığımız anın,kaybettiğimiz an olduğunu... Bu iğrenç, allahın belası dünyada hayatta kalabilmek için; umutların yeterli olmadığını, ipleri ele almaktan başka bir çıkar yol kalmadığını...
Önümüzde açılan yollarda, sadece kalbimize taktıkları kanatların hafifliğiyle değil, mantığın uyarı levhalarını da dikkate alarak yürümemiz gerektiğini ; öğrendik.
Zaman ilerledikçe; yanımızda uyuyan insanlarla,rüyalarımızda gördüklerimizin aynı kişiler olmadığını fark ettik... Bir olmanın aslında başka bir şey olduğunu anladık her defasında farklı şekillerde; yüzümüzde beliren zehir tadında bir tebessüm eşliğinde...
***
Bir olmak kolay mı sandın sen?
Her seferinde ballandıra ballandıra anlattığın o başarı hikayelerinin sonunda sana bir madalya verilecekmiş gibi; egonla şişirerek süslediğin bütün o sıfatları -hak edip etmediğini bir an bile sorgulamadan üzerine yakıştırdığın- yok sayabildin sanki ya da yıllarca etrafında gördüklerinle kendine model aldığın, tabular arasında sıkışık yaşadığın biraşkın ruhuna sinmiş kokusunu üzerinden söküp atabildin de; bir olmak nedir, ahkam kesiyorsun...
Çıkarsızca sevgini gösterebildin mi hiç, herhangi bir canlıya karşı?
Sokakta yürürken yanına yaklaşan bir köpeğin başını “Acaba beni ısırır mı?” diye düşünmeden, bir an bile korkusuzcaokşayabildin mi?
Sadece insan olduğun için; kişiliğini, benimsediklerini ve bilimum öğretilmiş çaresizliklerini yok sayarak; bir başkasınınyerine kendini koyabilmeyi becerebildin mi, o durum başına gelmediği halde? Başkasının mutluluğunu ya da acısınıpaylaşırken, gerçekten hissedebildin mi bunu yarıçıplakhislerle?
***
Ben; bir olamamışım hiç, yeni yeni anlıyorum.
Kendimi yok sayarak birileriyle bütünleştiğimi hissettiğimzaman dilimleri oldu ve bu yaşadığımı bir olmak sanmışım sadece...
Ama ben yoksam, onlar da olmazdı ki? Ben yaşıyorsam hala bu hayatta, nasıl birileri için kendimi unutabilirdim?
Ve niye?
Cevapları arayıp da bulamadıkça; kendimi kaybettim iyice,soğanı masaya yumruğumla vururcasına kırdım kafayı.
Benden çıkıp gidenlerden sonra, kendimden de çıkabilirim sanmıştım hatta.
İnsanın, kendinden öylekolayca çıkıp gidemeyeceğini fark edince; yanıldığımı anladım...
Bir olmanın; sadece benimle ve kendimle bir tuttuğum insanla alakalı olmadığını; dünyanın daha geniş ve herkese yetebilecek, koca bir alan olduğunu anladım yeniden...
Bir çocuğun gülümseyişine tanık olduğumda sebepsizce gülebildiğimi, hisli gözleriyle gözümün içine talepsizce bakan bir hayvanın karşısında gözlerimin dolabildiğini; ben kendimi unutsam ya da yoksaysam da, beni hatırlayabilecek başka insanların var olduğunu yeniden fark ettiğimde; çıkarıp attım, o ağırlık yapan at gözlüklerimi.
Nadasa bırakılmış toprakların, su bulup canlanma vakti gelmişti artık....
***
Sadece iki insan üzerinden kurulabilecek hayallerin yaratıcısı ya da kahramanı olduğum zaman; bir olunamadığını anladım artık ben..
“Bir+Bir=Biz” olmuyormuş her zaman.
Herkes, eşini bulup da çift olmak ister belki bu hayatta; ama bir olmak o kadar da kolay değil.
(miş..)
17.12.2014 / 06:15
BEN DE DELİREBİLİRDİM
İlk defa, gitmem gereken bir yere erken varmıştım o gün. İnsan kendini şartlandırdığı zamanlarda, zamanı da kontrol edebiliyor galiba. Saatime yeniden baktım gülerek, her zaman başıma gelen bir durum değildi ya bu sonuçta. Boş koltuklardan birine yerleşip, arkama yaslandım; ağzımın kenarına ilişmiş hedefi belirsiz o tebessümü koruyarak, etrafımı incelemeye koyuldum.
Yanımda iki, karşımdaki koltuktaysa üç kişi vardı. Hepsi de başlarını eğmiş; önlerindeki sehpadan aldıkları eski tarihli dergilere bakınır vaziyetteydiler.
Zaman geçirmek için bir şeyler okumaktan, nefret ederim. Bu amaçla bir şeyler okumayı seçenleri de, hiç anlamadım zaten bu zamana kadar. Oysa hayal kurmak; daha doğru bir tercihtir bence zaman geçirmek için. Okumak, daha meşakkatli bir şey olmalı...
Yine de, sehpaya göz atmaktan kendimi alamadım. Adını hiç bilmediğim magazin dergileri sıralanmıştı üst üste, cafcaflı kapaklarıyla. Birini kaptığım gibi elime alıp; şöyle bir ortasından açıp karıştırdım , ben de ortama ayak uydurayım diye.
Zamanımı öldürebileceğim şeyin; tanımadığım süslü hayatlara göz atmak olmadığını bir kez daha fark edince yerine bıraktım, elime aldığım gibi.
İç çekerek arkama yaslanırken ; onu gördüm.
Bir kadın...
Gözlerini yukarıya doğru çevirmişti; tavanı delercesine keskin bakışlarıyla, gökyüzüne ulaşmak ister gibi.. Sol elinin baş ve işaret parmağı haricindeki parmaklarını dudağına dayamış bakıyordu öyle havaya doğru.. Ne yapmaya çalışıyordu ki bu haliyle?
Saçlarına da bir çiçek iliştirmişti; sağ gözünün hemen üst tarafına denk düşen bir demet. Düşünceli bir hali var gibiydi,biraz daha dikkatli bakıldığında. Sanki bir cevap bekliyordu bakışlarının nihayetindeki yerden, bir işaret...
Onu izlediğimi fark edecek diye tedirgin olsam da; ara ara gözlerimi kaçırarak onun baktığı yere doğru bakmaya devam etmekten kendimi alamadım bir türlü. Ama beni ya da başka birilerini görecek halde değildi hiç; sanki başka bir alemdeydi...
Onun bakışlarının sabitlendiği yerde benim görebildiğimse, boyası akmış beyaz bir tavandan ibaretti sadece.
Baş ve işaret parmağı havaya kalkmış, diğer parmakları dudağında birleşik... Nereye bakıyordu ki bu kadın böyle, bir şeyler düşünür gibi?
Ben bunları düşünedururken; ismimin seslenildiğini duyup ayaklandım heyecanla, suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi. Başım döndü o anda birden, gözüm kararır gibi oldu. Son gördüğüm şey, birilerinin koşar halde bana doğru gelişiydi sanırım...
İçlerinden birisi, anneme çok benziyordu.
Annemdi hatta, ne benzemesi?!
Yanağımı okşayıp, "Hadi kalk, kahvaltı hazır." dedi.
"Ne kahvaltısı?" dedim.
Ne oluyordu böyle? Tansiyonum mu düşmüştü? Bayılmış mıydım yoksa? Annem miydi o sahiden?
Ama oydu işte; 28 yıldır tanıdığım annem ısrarla kolumu dürtüklüyordu hala uyanayım diye, kahvaltıya çağırıyordu işte beni...
"Tamam, geliyorum." diyerek, beş dakika daha uyumak için yatağa gömüldüm.
Anneler vaktinden erken uyandırırlar çocuklarını çünkü;gidecekleri yere her zaman geç kalacaklarını bildiklerinden... İkinciye seslenildiği zamansa, kalkmak gerekir artık; üçüncü sesleniş daha sert olacağı için.
Güç bela ayaklanıp, banyoya yürüdüm yarı açık yarı kapalı gözlerle. Yüzümü yıkadım öylesine; koridoru hala uyuyarak geçip, mutfağın kapısını açtım, içeri girdim...
".......
Ya ben işimi kadere bırakıp, "Eden bulur, güzelim.." diyerek yaşamaya devam edeceğim; onun dışarıdan bakıldığında mutlu ama içinde ne yaşadığını hiç bilemeyeceğim hayatını izleyerek;
ya da...
Ya da; hala var olan öfkemin beni sürükleyeceği yoldakendimi kaybedip, intikam almak uğruna planlar yapacak ve ne pahasına olursa olsun uygulayacağım sırayla hepsini. Planlarının tıkır tıkır işlediğini, uzaktan izledikçe zevk alan bir sosyopata dönüşeceğim sonunda.
Bazen istiyorum ki bunu gerçekten yapayım...
......
İki yol da çözüm değil ama bence.
İstediğim bu değil ki hem...
......
Artık ne istediğimi de bilmiyorum sanırım; bildiğim zaman dilimlerini uzun süre önce geride bıraktım ben.
Biraz huzurla önüme bakmak istiyorum sadece, yer-yön duygumu kaybettim; geçmişe saplanmadan ve geleceğe odaklanmadan, adımlarımın birbirine dolaşmadığını görerek basmak istiyorum yere biraz, sadece o kadar...
Basit düşünüp, basit yaşamak istiyorum yine ben doktor; eski zamanlarımdaki gibi...
Geçmişte yaşadıklarımı günüme taşımak istemiyorum artık,sorduğum soruların cevabını verecek insan yine ben olmayayım...
Geceleri, iki kişilik bir yatakta; iki kişinin yaşanmışlıklarının ortasında tek başıma boğuşmak istemiyorum.
Format attırmak istiyorum beynime, bunun için geldim buraya ben zaten.
-eternal sunshine of the spotless mind-daki gibi.
......
Olamaz mı? Filmlerde olur anca dediklerimizin, gerçeği de vardır ki elbet; konu alınsın bir filme... Öyle değil mi??
Çoğu insan yapabiliyor zaten size hiç gelmeden. Ben de onların yaptığı gibi; farklı insanların getireceği yeni sürümlerle güncellenmek istiyorum.
Yardım edecek misiniz?
......
Çözüm, zaman denilen boksa; bakın benim zamanım kıymetli doktor, bilesiniz.
Kaybetmek istemiyorum artık ben bir anımı bile; yaşadığım veya kurguladığım herhangi bir şeyle.
O yüzden buraya geldim ben.
Kimse kimseyi kandırmasın, en iyi ilacın zaman olduğuna dair zırvalarla.
En iyi ilaç ne yazacağınız antidepresandır, ne de o üstüne su dökülüp akıp gitse de bir boka yaramayan, zaman denilen bokun ta kendisi...
En iyi ilaç uyku bence.
Kendinden bir nebze dışarı çıkıp da özgürce yol alabildiğini hissettiğin ve o anda istediğin her yere gidebileceğin o tatlı uyku hali...
Tabii; yastıklar diken olup da, yorganlarla boğuşmaktan yorgun düşmediğiniz gecelerdeki uykuyu kastediyorum...
......
Bazen, gökten bir tane elma düşsün istiyorum ben.
Yeter ki gökten düşsün o elma; yarısını veririm biri isterse...
Düğümler çözülsün kendiliğinden sonunda.
Zaman akıp gidiyor çünkü; ben artık tutamıyorum.
İpin ucu galiba kaçmış doktor..."
Dışarı çıktığımda; elimdeki mendilin buruşturulmaktan parça pinçik olduğunu fark ettim. Başımı kaldırdığımdaysa o kadını gördüm yine. Gözlerini havaya dikmiş o donuk haliyle, gökyüzüne doğru bakıyordu sanki yine o tabloya resmedilmiş kadın, saçındaki bir demet çiçeğiyle.
Sesler vardı etrafımda birbirine karışmış...
Annemin sesiydi ama hala içlerinde en net duyabildiğim.
Bana kahvaltı hazırlamıştı, uyurken ben.
Patates kızartmıştı bir de her zamanki gibi...
Neden bu kadar aç hissediyordum kendimi hala peki?
ANONS:
Lütfen "Çözülemeyen Yaşanmışlıklar" klasöründeki, kimlik bilgilerinizin yer aldığı dosyanıza hatıralarınızı bıraktıktan sonra; bekleme salonuna geçerek adınızın anons edilmesini bekleyiniz.
Sıranız geldiğinde; Dr. Di'li Geçmiş Zaman, sizi muayenehanesine kabul edecektir...
22.12.14 / 04.33