26 Aralık 2010 Pazar

sus

sus, dedi. çok konuşuyorsun. haddinden fazla laga luga. kafandan geçen her cümleyi direk söylemek zorunda mısın?
hayır, dedim. aslında hepsi içimde gizli. anlatamadıklarım hala benimle.
bu kadar anlattığının bir önemi yok mu o zaman, dedi.
elbette var, var ama söylediklerim yansıtabildiklerim değil. hiç bir zaman da olmadı ki.
sus, dedi tekrar.
sustum.
boyun eğdim.
her zaman olduğu gibi..

anlatamadıklarımı dökmek için bir yer seçtim kendime. içimde fazla yer kapladılar sanırım senelerce. döktüm atılmış eski-yeni, güzel-çirkin, acı-tatlı düşünce çöplüğünün içine. bu çöplük benim. ara sıra içinde gezinirim.
gözüme çarpan güzellikleri toplarım çoğu zaman, çıkışta yeniden çöplüğe bırakmak üzere. çünkü taşıyamayacağımı bilirim. bilirim bir süre sonra ağır geleceğini. çünkü her güzellik çirkinleşir bir süre sonra. her ayrılık acı verir. her buluşma mutlu eder ama sonu hüzünle biter eller birbirinden koparılınca, araya yabancı nazarlar karışınca. o yüzden en çok güzellikleri bırakırım giderken sanılanın aksine. güzel olan ne varsa çöpe dönüşecek nasılsa, ne gerek var hevesle toplayıp kucaklamaya...
arada çirkin düşünceler çarpar gözüme. kimi çok öfke saçar yanına yaklaşılmaz, kimi daha uysaldır, hüzün vardır içinde. hüzün gördüm mü kucaklarım hemen. aslında üç harfli bir kelimeye sığdırdım ismimi yıllarca, minnetimdir bu benim zira. acıdır bu, hüznün kardeşi.  o yüzden sarıp sarmalarım evladım gibi üşümesin diye çöplüğün içinde, kaybolmuşlukta.. ama bakarım bir süre sonra acı, acıtır kendi boyunu aşıp, ruha işleyince. ben ne kadar vefalıysam, o, o kadar insafsızdır. yakmaktır işi. sever can acıtmayı. canımı acıtınca bırakırım aldığım yere. arkamdan küfretse de nafile.
bazen umuda rastlarım bu çöplükte. umut kokan fikirlere. hep masum bakar "beni al yanına" diye. hevesle atılmaya kalkışsam da, tam uzanırken geri çekilir ellerim. bilirim umut yakmaz ama umudun arkasına gizlenmiş bir düşmanı vardır. gördüm, öğrendim. hayalkırıklığı. kırılmış hayaller umudun arkasında bekler her zaman, ilk fırsatta "bu sahne aslında benim" diyebilmek için. artık fazla söz hakkı vermiyorum ona, umudu kucaklamadan hayalkırıklıklarının üstüne basıp yürümeyi öğrendim.
yaklaşırım çöplüğün sonuna doğru. yalnızlık kokar buram buram. yalnızlık kokan düşünceler. bir tek onları bırakmaya dayanamam. ne arkasında gizlenmiş yakıcı bir düşman vardır, ne de bir art niyet. mutluluk vaat etmez yalnızlık. yalındır, açıksözlüdür, dobradır her zaman.kandırmaz asla yokuşlara sürerek beynimi. koluna girip yürüdüğümdür yol boyunca. yalnızlığa sarılmayı severim. ne gariptir; onunlayken yalnız hissetmem kendimi, hissedemem. soğuk varlığı ısıtır içimi. yalnızlığı bırakamam bir tek bu çöplükten çıkarken. yalnızlık adımdır. benim adımsa yalnızlık. hüzne bulaşmış, acıyla yoğrulmuş, bazen umutlanmış, arkasından hayalkırıklığıyla yorulmuş bir yalnızlık.

kalabalıklar içinde elimden tutan gizli hayranım,sevdalımdır çoğu zaman. bazen suratıma tokat gibi çarpıp acı verse de vazgeçemediğimdir, başımı yastığa her koyduğumda aklıma gelen yegane düşüncem..
severim onu. sevilir miyim bilmeden. varsın sevmesin.
zaten karşılıklı olsaydı hislerimiz, bu kadar iyi anlaşabilir miydik biz...?

25 Kasım 2010 Perşembe

yeşil çimen

başını, eskiden kalbimin olduğu yere yasla
toprak üzerimde kalsın
uzan yeşil çimenlere
beni sevdiğin zamanları hatırla
yaklaş iyice, çekinme
yağmurlu gökyüzünün altında dur,
ay yükseliyor ufuktan,
trenler geçerken beni düşün,
üzerimde biten çalı çırpıyı temizle,
geçip gitmedi mi tren çala çala düdüğünü.
boşluğa karıştım ben uçuyorum artık havada,
gölgemde dur,
artık herşey benden oluşuyor.
hava raporunda bugün diyecek ki yağmur kokusu var havada.
tanrı yıldızları aldı, birleştirdi onları,
artık kuşlar ayırdedilmiyor tomurcuklardan.
benden kurtulamayacaksın hiçbir zaman,
tanrı beni ağaca dönüştürecek.
bana elveda deme
yalnızca gökyüzünü anlat bana
ve eğer gökyüzü düşerse sözlerimin üzerine şakacı kuşlar yakalarız seninle
başını, eskiden kalbimin olduğu yere yasla
toprak üzerimde kalsın
uzan yeşil çimenlere
beni sevdiğin zamanları hatırla..

Tom Waits

16 Ağustos 2010 Pazartesi

sahipsiz yazılar-III

Yırtılan kağıtların çıkardığı sesi bilir misiniz? Biraz iç gıcıklayan o kopma, yırtılma, parçalanma sesini..
Önce kalbim yırtıldı. Arkamı dönüp giderken bıraktığım, ezdiğim, yok ettiğim bir ruha ruhsuzluk bağışlayarak.. Son hediye güzel değildi belki; tasarımı başarısız, fazla uğraş gerektirmeden ağızdan çıkıveren bir iki sözcük gibi havada asılı kalabilecek türden hafif ve içi boş bir hediye....

İçi boşaltılmış duyguların beslenebileceği tek yer; yarattığınız yeni bir dünya ve o dünyaya açılan kapının koluna dokunuştur. Kalbimin yırtılması, o yeni dünyaya açılan kapının koluna dokunuşumdan bir süre sonrasına denk gelir. Anlamsız tartışmaların üzerinizde bıraktığı "anlaşılamama" hissiyle başetmeye çalışırken, anlaşılamama durumu bir süre sonra harflerini kaybederek "anlaşamama"ya dönüşür. İşte o kapının kolundan parmaklarımın yavaş yavaş ve teker teker kayışının başlangıç işareti.. İşaretleri izlediğinizde önünüze çıkan yol, yalnızlığa ve bilinmezlikle kuşatılmış acıya doğru yön değiştirir. Kalbin gerçek yırtılışı burada başlar sanırken siz, yanılabilirsiniz. Kendi acınızı ya zamanla besleyip büyütürsünüz ya da zamanın dozunu doğru ayarlayabilirseniz yok edersiniz.

Yok etmeye çalıştığınız her acı, yeni dünyaya açılan yolda attığınız yeni bir adımdır. Durup yerinizde saymakla zamanı harcayanlardan değilseniz şayet. Bazen yeni dünyalar, yeni adımlar hataları koluna takıp gelirler hayatınızın başköşesine kurulmak için.. Önce her misafiri izzet-i ikramda kusur etmeyerek ağırlarsınız konukseverliğinizi göstererek.. Sonra zamanla evsahibinin gözleri açılır, misafirin evinize verdiği zararlar arttıkça ikramlar seyrekleşmeye başlar ve gün gelir misafiri evinizden göndermeye çalışırsınız. Bazıları gitmemekte ısrarcıdır, bazılarıysa yaptıklarınızı lekeleyerek yara açmaya çalışır kovulmanın kederiyle.. Ama karar verilmişse bir kere, dönüş yolu kaybolur izlerini toplayarak.. Sağlıklı çıkmak kolay değildir artık evden giden için olduğu kadar evsahibi için de..

Evden giden evinizi talan eder giderken. Size düşen sessiz gözyaşlarınızı fişe takarak süpürmektir yerde kalan kırık anıları.. Eviniz kalbinizdir.. Ne kadar süpürseniz de, çıkmayacaktır artık bırakılan onca kırık leke...


10ağustos2009.