30 Nisan 2016 Cumartesi

alınyazısı

Kahve soğuyup kaldı kupanın dibinde. Sigaradan bir nefes daha çekip, sevmediğim o dibi içtim. Yine denk getiremedim. Eşdeğerlikten uzak işliyor tüm ikili unsurları sevmelerim. 

Alnımın tam ortasında bir şey var. Bir yol gibi; düz değil, kıvrımlı sağa sola.  Elimle yoklayınca bulup, dışardan başkası baktığında görülmeyecek bir yol. Yaş almaktan oluşan bir çizgi değil. Ya da alkolden, sigaradan sebeple sonradan oluşmuş. O hep vardı. Ben geç fark ettim sanırım. Nasıl farkına vardığımı da anımsamıyorum zaten. Başım mı ağrıyordu da ellerim gitti dokundu buldu yoksa başka bir sebepten mi bilmiyorum. Buldum işte. Oyuk, gömük bir yol buldum orada parmaklarımın hissiyle. Dışarıdan bakılınca görülmeyen. Sadece dokunulduğunda hissedilen.
 
Var olduğunu bilmediğin bir şeyi, sonradan keşfetmek keyifli olmuyor her zaman. Ne zaman canım sıkılsa, ne zaman cevapsız kalsam, çıkışsız hissedip de mevcudiyetini koruyan sorulara; elim alnıma gidiyor. Alnımın ortasındaki, parmaklarımın ezberlediği o yolda geziniyorum, cevaplar oradaymış gibi. 
Kaşlarımın ortasından başlayıp yukarıya doğru, saç köküme kadar devam eden ( belki de saçlarımın arasından devam ediyordur, elim gitmiyor devamını sürdürmeye. ) o yol, kader çizgimdir belki. Elinin ortasında olur ya insanların hani: ömür çizgisi, başarı çizgisi, bokumun çizgisi diye nitelendirilen; gül satar gibi yapıp el falı bakan ısrarcı ablaların tabiriyle, benim ki de alnımdaymış belki. 

İnsan; düşünmekten kaçındığı her şeyi, başka 'şey'lere aktarıyor, düşünmemek için, yeni düşünceler yaratıyor belki de kendine. Kaçabilmek için. 

Ben de elimi atıp parmaklarımın gezinebildiği o yolda, bedenimi de dahil edip yürüyorum.

Kaçabildiğim en uzak yer orası. 

Yol uzun. Yine kahve soğudu. Yenisi gerek. 

Hiç yorum yok: